Tanrı, ‘’Ol’’ deyince oldu, bir elma ağacı peyda oldu.
Şeytan, ‘’Olmaz!’’ deyince olmadı ama Âdem ve Havva kovuldu.
Ben ‘’Olacak!’’ dedi ancak olmadı, biriktirdiklerim
eteklerimden uçtu.
***
Bir elma ağacının
etrafına toplanmışız, hepimiz. Sen, ben, o, biz,siz, onlar ve yine ben.
Yinelercesine, yalanlarcasına ben. En tepedeki meyveye dikilmiş gözler,
karınlarımız birkaç kelimelik hasrete tok ama birkaç lokmalık yiyeceğe aç.
Birkaç tümce açlık nasıl giderilir, kitaba bak, içini aç. ‘’Oku.’’
Zıplıyoruz
oturduğumuz yerden, tırmanıyoruz gökyüzüne çimenlerden. Ancak ulaşan olmuyor
daha. Eller açılıyor Tanrı’ya, birkaç çiğ damlası düşüyor avuçlara. Tanrı,
hindiba çiçeğini üflüyor, polenleri yüreğime dolup gözlerimi yeşertiyor. Ne
sandınız? Yürek dolmadan, göz yaşarır mı sandınız? İnci damlası gözyaşının
düştüğü çimenlikte bir sterliçya boy veriyor. Cennet çiçeği.
Elmaya
ulaşamayanlar, güzel bir halat yapıyorlar saçlarından. Güzelce asıyorlar
kendilerini usuldan usuldan. Geriye kalanlar, geride kalıyor. Geriye kim
kalıyor? Önce ilk kelime gidiyor, sonra da ikincisi. Ben sonuncusuyum. Ama
sondan birinci.
Oturup ilahiler
söylüyoruz tersinden, bir elişi kâğıdını kesiyoruz tam da işaretli yerden.
Oturduğumuz yerden.
Nasıl emdin
anneni ilk? Nasıl öptün dizlerindeki yarayı? İlk kez değince dudakların,
dudaklarına nasıl ürktün? Sevmekten korkup korkuyu mu sevdin? Nefretten kaçıp
nefretin kucağına mı düştün?
Tanrı zencileri
sever mi?
Tanrı çikolata
yer mi?
Sağ yanağına
tokat atsam, soluna döner mi? Yoksa hep aynı yerden mi vurur, tam da ben
düşünce?
Son bir kişi
kaldı. Ben kaldım. Bir de öbür ben. Bir ayna kırılırsa ortadan, yedi yıllık bir
lanet başlarmış. Ben Yedi Uyurlar’ın mağarasında açtım gözümü, ben yendim
kibrimi ve nefretimi. Kibrimi seviyorum, nefret edercesine.
Lou Salome der
ki: ‘’Dünya sana hediye sunmaz inan bana/
Bir yaşam istiyorsan, çal onu.’’
Ölmüşlerin üstüne
basıyorum. Kendini asmışların ipini tutuyorum, bedenlere ve cinnete basa çıka,
bata çıka yükseliyorum. Kiminin kolu bastonum oluyor, kiminin irisleri benim
gözlerim. Dallara ayak atıp giysilerini yırtarak tırmanıyorum tepeye. Orada
işte, Davud’un siması gibi, Demokles’in kılıcı gibi parıldıyor. Parıldıyor
orada, melekleri resmeden Rönesans ressamları görseydi şayet, heyecandan
yüreğini keserdi. Yusuf odaya girdiğinde, kadınlar ellerini kanatmıştı. Elmaya
baktıkça lime lime oluyor derim.
Milim milim ilerliyorum,
iliklerimle, milim milim.
Biliyorum toklar
asla doymaz, biliyorum engelsizler engel aşamaz, bilirim güzeller ağlar,
çirkinler yalnız kalır. Bilirim Tanrı yarattıklarından sıkılır.
Buradayım işte,
en tepede. Elma parmaklarımın değdiği yerde... Avucumda çizikler, alnım kanıyor
tam da beynimin ters döndüğü yerde. Ancak elma burada, yanımda...
Tek bir ısırık...
Beni Havva mı yapar
yoksa Pamuk Prenses mi? Tek bir lokma, prens öpücüğüne yeter mi? Ömrümde yiter
mi?
Lovesong çalıyor
ve elma dişleniyor.
İşte buradayım, her
şeyin yitirildiği başlangıcının bitiminde. İşte buradayım. Armudun sapı, üzümün
çöpü, elmanın ısırığı.
İşte burada.
Burada.
Var oluşunda.
Farklı
olduğunu sanan faniler gibi yanıldı.
O tren, sen uykudayken kaçtı.
Uçamazsın, kanatların kesildi.
Yaşayamazsın bedenin çoktan yitti gitti.
İşte bir elma.
Tüm umuduna
ve umutsuzluğuna.
Ve senin
Tanrı’na.
-fea
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder